
Göl Gezintisi
Genç bilincime eşlik ederek şehrin hengâmesine girdiğimde
Hiçbir sütun dikkatimi çekecek merama değmiyordu
Bu çarşı, şanını bir kenara salıp hızlıca
Söyleve bürünmek için katî bir hâleye büründü
Ben yürürken, ardım sıra meydan hırkama sarılıyor
Yakamda mahluk cevherleri biraz kör ve biraz belli
Gözlerime bakıp bir Tanrı’ya denk düşürmeli ahali
Beyaz örtülerle geçmeliyim omuzların üstünde, bilemeden
Tutuşan bu cengin alazına çengi gözlerimle, iyiliğimle anılmalıyım
Tenha bir yerdeyim, göğsüne hicabını örtmeye acele ediyor çocukluğumun adımları
Şehrin bahtına atılan ipi tutacak kimse kalmadı epeydir
Delileri sürdüler yurttan, herkesin aklı, bir aklın peşinde
Ölecek olsan da bunu becerir olmak basitti.
Seçtim, kara bir defteri önüme koymak bana bahşedildi
Üstelik diri güvercinler henüz omzumu yar bilmemişti
Çocukluktan sıyrılmış dertlerimi gece boyunca boğazımda geveliyordum
Ki tutunsun boğum elleriyle kastını gizlemeyen ölüm
Son günüm, bugün olsun dedim, sallanıyorken kelamın üzerinde
Üredim, büyüdüm
Paltom ıslandı ve ben buradayım diye bağırdı ilk defa
İlk olan.
Meye meydan benzer
Bir ben olmadan evvel ayrılma benden,
Belki yorulmuş bir anne çocuğuna dönüp idam sehpasındaki beni kötüler
Şehre sinsi kokusu yayılır korkunun, çürümüş yaradılışıyla
Uzuyor kavsayan ceset sürüleri kovulduğu yerden
Gölgelerine sis ve yalın kılıçlar şaklıyor ekmek sıralarında
Biten savaşın hatıralarını anımsıyor sararan bıyıklarıyla yürümeyi düşünen aksak
Parmağıyla gösteriyor yine bir başkası görünmeyen idam sehpasının eski yerini
Ama bilmiyor geçmişin ölüm kokan o çamurlu yüzlerini ve yere düştüğünü
Koyu sapına kan sıçrayan baltanın ıslaklığından damladığını
Şimdi orada büyük heykeller, parklar ve parlak ayakkabılar
Meydan meye benzer
İçtim de doymadım, bunamak bana düşer.
Tutuşan bu ömrün tutulacak onca sözü de doğurduğunu
Doğrularak şarkılar söylemeye çalışan kirli boğazıyla imamlar
Yanlış bilinenlerin yanlış bilindiğini çamurlu takunyalarıyla belliyor,
Anlatmakla meşguldür şimdi nur çadırından şehre saplananın hançer değil gül olduğunu
Mahmur düşler kuran aşıklar saadetlerinden memnun, umursamıyor hançeri
Elleriyle birbirlerinin gözlerini çıkartıyorlar, el ele tutuşarak
İkisi de zevk duyuyor yaşıyor olmaktan bir başkasının gözlerinde
Yarın biri duyduğu hançeri göğsüne saplayacak yaşatma bahanesiyle diğerine.
Nefret, dişlerini saplıyor vicdanın riyakâr soytarılığına
Tiratlar uçuşuyor hiç kamera nedir bilmez, dişleri dökülen gencin ağzında
Kapatmadan yüzüne bir yokluğu, var olmanın hazzını yaşıyor eksikliğiyle
Bilmiyor masa neden orada, neden burada kadehin cenahından geçmiş hayat?
Bir başkası genç bir kadınla savaşmaya hazırlanıyor, balkona işveli bakarak el yordamıyla
Belli ki cinayetler için dikilen son kefenlerimizi bugün de giymeyeceğiz
Yaşasın asırların bilgisine susayan zihnim, yaşasın ki sesimizi duyalım kendi kulaklarımızla.
İmam susuyor, şarkı çalmaya devam ediyor kaldığı yerden
Selâ olduğu anlaşıldığında da ölüm yersiz, bunca mezarlık arasında seçmiyor yerini
Sıkışmayı kendine reva saymıyor o cızırtılı ürpertisiyle
Dinç bir esmer gülünü bana uzatıyor gülmem karşılığında, alıyorum
Derin alakasını saklamaktan kendini alıkoyamayan tüm gözler pencereden dışarıda
Göz bebekleri başka zamanların dileğini sayıklıyor, başka keyfiyetleri
Çoğu son yudumlarını da içip ısınan gözleriyle şehrin soğuğuna girdiğinde
Önce kendine sarılacak, bunaltısına sarılacak ve düşmemek için yere
Çünkü iyi biliyor düşmenin ne kadar kolaylığını çabasızlığa rağmen
Parkasına kar biriken genç adam içeri girip bana gülümsediğinde umut ediyordum
Gülünç düşen, kirpiklerime damlayan ayın yine sol elime düşmesi
Emaresine saklamayan talih veya kader
Başımı okşamış saadet babamın elini de böyle kırabilirdim
Bir şişe daha alabilir miyim?
Dağıtmak istediğim düzene hengâme dedi dostlardan birisi.
