
Ölümsüzlük Bile Ölür
Başımı kaldırdım usulca serildiğim yerden
“Tak!” sesi geldi upuzun yattığım teneşirden
Sırılsıklamdım uyluklarıma süzülen terden?
Biraz yas, biraz miras, teneşir, tabut…
Ve salâ…
Dünya vebasına yoktur ölümden başka ilaç
Bu nasıl soğuk, nasıl toprak, bu nasıl bir ilaç?
Ölen ya duaya muhtaç ya da bu dünyaya aç.
Biraz yas, biraz elmas,
Vasiyet:
Mezar ve mermer…
Neye benzer ölüm, kabir neye benzer mesela?
Niçin yorgunuz, ruhumuz niçin çıkar güç bela?
Doğunca sessiz ezan, ölünce hüzünlü salâ…
Biraz yas, sonra miras.
Vaziyet:
Kıble ve lahit…
Şimdi yer edinme vaktidir Alem-i Berzah’tan
Karşımda bir ışık: ya beyazdan ya da siyahtan
Akşam, akşam, yine akşam…
Ben uzağım sabahtan.
Biraz yas, cepsiz libas…
Telkin:
Münker ve Nekir…
Şimdi o haşmetiyle karşımda Münker-Nekir.
Şaşmadan nasıl cevaplar o soruları beşer?
O beşer ki bir arşınlık çukuru nasıl aşar?
Biraz yas, biraz daha…
Şimdi sur:
Ölüm…
Ve ölüm…
Siler kulakların pasını serin bir tilavet
Dünya dediğin şu birkaç görüntüden ibaret
Ve ölümsüzlük bile ölür kopunca kıyamet.
Şimdi kim ağlayacak?
Kim yas tutacak?
Ve Mahşer!..
